Bauman’ın Yabancıları: Türkiye’deki Son Dönem Mafya Dizileri

Sosyal ortamlarımızı ve toplumun sosyalizasyon sürecini değiştirip dönüştürmede etkin bir güce sahip olan medya yayınlanan içerikler üzerinden çeşitli bakış açılarının gelişmesine imkan sağlamaktadır. Mafya dizilerinin sunduğu kan bağına dayalı aile yapısından oluşan bir Ağabey ve Baba kadrosu ve bu kadronun aile bağı ve kardeşlik vurgusu ile yönettiği kitlenin sosyal, siyasal temsilcisi adalet mekanizması ve yeri geldiğinde ekonomik dayanağı olarak bu diziler TV kanallarında ve İnternet mecralarında boy göstermektedirler.

Mafya kadrosu, ”iyi şiddeti” uygulamadan önce kardeşlik bağlarından, kabileci söylemlerinden bahsederek yayın akışı içerisinde şiddeti ve sosyopatiyi meşrulaştırır ve artık silahların çekilmesi mübah hale gelir. Aşiretçiliği fetişleştiren söylemlerin, kabile içi milliyetçiliği ve diğer düşman kabileleri, mafyaları haksız çıkarmak, yenmek adına kardeşlik, namus söylemleri fetişleştirilerek uygulanacak şiddeti ”iyi şiddet” haline getirme söylemleri ile akıllara Er Ryan’ı Kurtarmak filmindeki ”Tanrı bizim yanımızdaysa onların yanındaki kim ?” repliğini getirmektedir. Mekan tasarımları yoksul mahalleler olan bu yayınların kurgulanan olay içerisindeki ekonomik gelirleri ise gayrimeşrudur.

Bu seçim oluşacak bir çatışma sahnesi için ideal bir seçimdir. Çünkü gayrimeşrunun varacağı nokta iletişimsel boyutuyla ele aldığımızda şiddettir. Şiddetin olumlandığı bu izler kitle için iyi bir tercih olan bu ekonomi-politik olası bir çatışma sahnesinin yolunu açabilmekte aynı zamanda ”iyi şiddet ve kötü şiddet” e karşılaşma ortamı hazırlamaktadır. En etkili iletişim dilinin çatışma olduğu bu mafyalar ve mahalle birimleri içerisindeki iletişim modeli tek yönlü olup, er-komutan ilişkisini andırmaktadır. Müzakerenin sağlanmadığı yerde mücadelenin olacağını gösteren yayınların tek uzlaşma alanları kısa ateşkeslerdir. Bu ateşkesler ise taraflar için sadece mühimmat desteğini imler.

İyi olan karakterin uyguladığı şiddet meşru iken kötü olan karakterin uyguladığı şiddeti olumsuzlayan izleyici şiddeti belirli şart ve durumlarda kabul eder görünmektedir. Aynı zamanda çocuklar ve gençler üzerinde şiddetin meşrulaştırılması, şiddete karşı duyarsızlık ve kesici-delici aletlerin, silah kullanımının normal gözükmesi gibi birçok olumsuz örneklere kapı aralamaktadır. Şiddet içeren dizilerin çocuklar üzerindeki olumsuz etkileri yapılan araştırmalarla bilinmektedir. Mafya dizilerini izleyen çocuklar isteklerini zorbalıkla gerçekleştirip çevrelerine karşı saldırgan tavırlarda bulunmaktadırlar. Bunun yanında yayınlanan dizilerdeki iletişimin tek yönlü boyutu mutabakat kanallarını tıkayarak kamusal alanın ve iletişimsel eylemin tanımlanmasının önünü tıkar. Örneğin son zamanlarda yayınlanan Çukur dizisinin İdris Baba karakteri ve arkadaşlarının haricindeki diğer tüm mafya ve benzeri teşekküller onlar için şiddet uygulamanın meşru olduğu gruplar haline gelir. Çünkü ortada görüş, mutabakat, iletişim zemini bulunamaz. Müzakere yokluğu, şiddetin önünü açar. Dizi ve yayınlar içerisindeki tekrarlanan mesajlar dizideki başrol karakterler üzerinden sürekli vurgulanmakta izler kitlenin ve özellikle gençlerin davranışlarına da etki etmektedir.

Örneğin Adana Sıfır Bir dizisindeki başrol karakterlerinin kullandığı söylem kalıpları benzer mahallelerdeki gençlere nüfuz ederek gençlerin dilsel kalıpları haline geldiği gözlemlenmiştir. Hürriyet mahallesindeki Ağabeylerin dizi içerisindeki konumu uyuşturucuya karşı savaşmakta eski mahalle Ağabeylerinin devamlılığı niteliğinde eylemlerde bulunması, yerleşik bulunan ve çeşitli mücadelelerin kazanımı ”racon” mefhumunu her koşulda korunması ve bundan asla ödün vermemesi yerleşmiş bulunan Ağabeylik yasalarından biridir. Liderli bir organizasyona sahne olan Hürriyet Mahallesi yoksul, çeşitli hizmetlerden mahrum kalmış bir bölge niteliğindedir.

 Bu anlamda verilen bir ödün ”Beyler ve Ağabeyler” nezdinde diğer Kötü-İyi Mafyalara karşı zayıflama durumu iken yoksul mahalleler tek yaşam alanı olan ”en alt tabakadakiler” için ise yaşam alanlarının kökten yok olmasıdır. En temelde ise uyuşturucu baronlarına karşı verilen mücadele yatan dizide senaryo ve izlediğimiz sahneler ”uyuşturucuyla mücadele” noktasında merkezi otoritenin -devletin mahalle birimlerine girmemesi, bizi arkadaşlarını uyuşturucu yüzünden kaybetmiş, bu uğurda bedeller ödemiş ve hala kötü güçlere karşı bedel ödemeye devam eden iyi şiddet ile buluşturur. Manuel Castells kentleri anlamanın yolunun öncelikle mekansal birimlerin nasıl oluştuğunu anlamaktan geçtiğini söyler. Castells’e göre kent, kolektif tüketimin sağlandığı ve işgücünün yeniden üretiminin mekansal birimidir. Kentler işgücünün yeniden üretimi içi gerekli olan eğitim, sağlık, konut gibi kolektif tüketim ihtiyaçlarının karşılandığı mekandır. Eğitim, sağlık, ulaşım, konut gibi ihtiyaçların karşılanması emeğin yeniden üretimi için gereklidir.

Devlet bu noktada işçilerin işe yeniden hazır hale gelmelerini sağlayacak şekilde aracılık eder. Bu yönüyle kentler aynı zamanda işgücünün yeniden üretildiği mekan birimleridir. Kurgu içerisindeki mahallelerde ise devlet neredeyse yok gibidir. Devlet ve piyasa yeniden emeğin yeniden üretimi ve tüketimin devamlılığı için bütün bu ihtiyaçları karşılamazsa kentsel, toplumsal hareketler ortaya çıkacaktır. Castells kapitalist toplumda mekanı emek güçleri ve sermaye arasında oluşan çelişkiler, bu çelişkiler sonucunda oluşan toplumsal hareketler ve toplumsal hareketlerin sistemi tehdit eden yıkıcı sonuçlarını önlemek için devletin ortak tüketim süreçlerine yaptığı müdahaleler çerçevesinde analiz etmektedir.

Bu minvalde bu dizilerin çekildiği mahallelerdeki birimlerin oluşumu siyasal ve sosyal temsillerden mahrum bırakılan grupların farklı temsiliyet kanalları bulmak maksadıyla oluşturduğu teşekküller gayrimeşru yoluyla elde edilen paranın tek elde toplanması ve ihtiyaç sahiplerine dağıtılması, haksızlık görüldüğü yerde mahalle Ağabeylerinin bir meclis kurması ve sorunun çözümü için sorunun taraflarıyla görüşmesi şeklinde tecelli etmektedir. Her türlü katılımın tüketimle yürüyücü kılındığı çağımızda bu sahneler siyasala yönelik bir protestodur. Ulus Baker Görüş ve Kanı’nın yok edildiği toplumlarda her protesto ”terör” biçiminde karşımıza çıkar der. Bu düşünce biraz açıldığında ”en alttakiler” için günbegün daralan kamu, onlara ayak basacak zemin bırakmamakta neoliberalizmin tedbil-i kıyafetlerini giymeden dışarı çıkanlar doğrudan yabancı durumuna düşmektedirler.

Bu yabancı fişlemesi, temsiliyetlerini ve şikayetlerini dinleyecek mekanizmaların yokluğu bu insanları son minvalde teröre kadar varan noktaya götürür. Çünkü Görüş ve Kanı yok sayılmıştır. Sanat yönetmenleri yayın akışı içinde; kaybetmişlik, dışlanmışlık, mücadele, kardeşlik bağlarını güçlendiren yer duvar yazılamalarına ve görsellere yer vermektedir.

Sanatsal açıdan bakıldığında yenilikçi yaklaşımlar sergileyen Çukur ve Adana Sıfır Bir görsel malzeme ve kullandıkları müziklerle takdir ve beğeni toplamıştır. Sıfır Bir dizisinde Mahallenin Ağabeyleri olan Savaş, Cihan ve Özgür’ün çocukluk arkadaşı olmaları, yayın akışı içerisinde 3. Sezonda yolda mahalle Ağabeyini görmeleri ve ona ne yaptığını sorduklarında ”uyuşturucu satıcılarına karşı” eylem hazırlığı içerisinde olduğunu vurgulayarak Savaş ve arkadaşlarına rol model olduğu dizi içerisinde vurgulanmıştır. Yine üçüncü Sezon içinde Çocuk Tecavüzüne karşı hapishane içerisinde gönderme yapılmış ve bu suçtan yargılanan mahkum öldürülmüştür.

Hayvan sevgisinin de aşılandığı dizide yerleşik devlet mekanizması ortadan kalkmakta ve Ağabey otoritesi ve ”Adaleti” uygulanmaktadır. Savaş ve arkadaşları Adana/Hürriyet mahallesi içerisinde gayrimeşru yollardan para kazanırken arkadaşlarının mahallenin diğer mahallenin diğer ”kötü” Ağabeyleri tarafından öldürülmesi sonucu ateşli silahları eline alan arkadaş grubu yerleşik düzenin bozulması, adaletin sağlanmaması, gençlerin uyuşturucudan ölmesi sonucu karşı eylemlere girişerek ”iyi şiddeti” uygulama ve mahallenin ”ağabeyliğini” yani adalet dağıtıcısı olma rollerini üstlenirler.

Burada son zamanlarda popülerlik kazanmış olan; Adana Sıfır Bir, Çukur, İçerde, eski bir dizi olan ve popülerliğini koruyan Kurtlar Vadisi yayınları içerisindeki en önemli durumlardan birisi ise dizi içerisindeki sosyal ve siyasal yapılanmanın yine yayın içerisindeki Ağabeyler, Babalar tarafından sağlanıyor oluşudur. Adaletin değişik tarz ve biçimlerde sağlandığı ancak hepsinin sonunda şiddet olduğu bu yayınlarda en genel veçhesiyle yerleşik adalet sistemi yok sayılmakta, hatta dizi içerisindeki Ağabey ve Babaları emniyet müdürleri polis merkezlerine ”çay içmeye” davet etmektedir. (bkz. çukur dizisi, içerde dizisi) Cumhuriyetin genç olduğu yıllarda Anadolu köylerinde gözlemlenen aşiretçilik mantığı kendini sanayi şehirlerinin varoşlarına temellük etmiştir. Aşiret ya da köyler içerisinde sosyal dayanışmayı, ihtiyaçları karşılayan devletin köklerinin tam anlamıyla ulaşmadığı köylerdeki Ağa’lar kendi otoritesini uygulamakta, feodalizmi anımsatan çerçeveler sunmaktadırlar. Ancak Cumhuriyet ve Devlet Mekanizmasının yayıldığı dönemlerde Cumhuriyeti ve çoğulcu sistemi hedef haline getiren Şeyh ve Ağalar bu mekanizma karşısında tutunamamışlardır.

Bu gün geldiğimiz noktada panoptikal bir gözetim çerçevesinde kapitalizm tarafından işgücü olarak kullanılan yoksul mahalle bireyleri Bauman’cı bir yaklaşımla yabancı hale getirilmekte ve fabrika dışındayken kapitalistler tarafından sadece korku unsuru olarak görülmektedir. Onları yabancı hale getiren ise içinde bulundukları kültür ve birazdan açacağımız duvarın arkasında olma durumu ya da onlardan olmama durumudur.

Kapitalist üretim ilişkileri yabancıyı hem yakın hem uzak tutmak durumundadır. Çünkü o hem güvenilmezliğinden dolayı korkulacak bir unsur hem de sömürülecek işgücüdür. Bu nedenle iş sahipleri kendilerini korunaklı duvarlar içerisine çekerek sadece güvenlik önlemini arttırmakta, yükselttiği duvarlarına jiletli tel taktırmakta, güvenlik kameraları yoluna gitmekte ve daha sonra ev içi güvenlik sistemleri ile uzaktayken bile ”düzenini” korumaktadır.

Ancak buradaki temel nokta, güvenlik seviyesi arttıkça yabancıya olan korku ve yabancılık seviyesi de yükselmektedir. Kendilerini adalet sağlayıcı Ağabey ve Babaların kollarına bırakan bu ”yabancılar” ya da kendi emeğine yabancılaştırılmış olan kitleler bunu eğitimsiz oldukları için mi yapmaktadırlar ? Yoksa ayak basacakları tek zeminin bu yoksul mahalleler olduğundan ötürü mü?

Neo-liberal sistemin ayak basacak mekan bırakmadığı ve her yeri ticarileştirdiği, politik, edebi sohbetlerin yapıldığı kamusal alanları tüketim uğruna daralttığı Baudrillard’ın ifadesiyle sahte gereksinimler üretilen bir mekan ve yönetim tarzı sunduğu sistemde siyasala, toplumsala ve diğer tüm haklara katılım ölçeğinin ve tüm parametrelerin sermaye olduğu bir çağda bu ”yabancı” ve Ağabeyleri, Beyleri’nin gerekirse ”öl dediği yerde öldüğü” bu insanlar başka gidecek yeri olmayan vatandaşlar olabilirler mi ? Yoksa kabullendikleri Sosyal durumlar ve yönetsel iktidar onların son çıkış yolu mudur? Kabullendikleri Adalet kavramı onlar için tek adalet midir?

Her türlü temsili haktan yoksun olan zaten temsiliyetin para ile yürüyücü olduğu mekanın yeniden tanımlandığı bu çağda, yer aldıkları bu diziler onların son temsili görüntüsü müdür? Bu ”yabancıları” ”temsili haktan azade insanları”, ”duvarın ötesindekileri” – ya da nasıl tanımlarsanız kısaca bu insanları tanıtarak yayın hayatına giren tüm dizi, film vb. içerikleri, kendini kabul ettirmek için piyasanın yayın kurallarına uymaları gerektiğini göz önüne alarak, sözü edilen temsiliyet krizini aştıklarını mı, yoksa krizi derinleştirerek sermayenin kitlesel ve popüler gücüne entegre olduklarını mı söyleyebiliriz ? Bunlar temsiliyet ve iletişim krizi içerisinde olduğumuz çağımızda sadece bu yapımlar ekseninde değil, genel manada düşünmemiz gereken sorular olarak ortaya çıkmaktadır. Ancak şu bir gerçektir. Kurtlar Vadisi serisinin vurucu sloganlarından olan ” Sonunu Düşünen Kahraman Olamaz” deyimi şöyle okunursa toplum açısından faydalı olur : Sonunu düşünen ve ölçülü davranan, mutlaka iyi bir şey yapmış olur.

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked *