Dijital Gözetim ve Ağ Kapitalizmi Bağlamında: METAVERSE

Günümüzde sosyal süreçlerimizi etkileyen, değiştirip, dönüştüren birçok kavrama aşina olmaya başladık. Bunlardan en önemlisi blok zincir(blockchain) teknolojisiydi. Ekonomik verileri, herhangi bir merkeze bağlı olmaksızın işleme tabi tutan ve bunu gayet sistematik bir şekilde yapan bu teknoloji, kurucusu Satoshi Nakamoto tarafından yazılan ‘’Peer-to-Peer Electronic Cash System’’ adlı makalesinde yazarı tarafından insanlığa bir armağan olarak tanıtılacaktı. Kripto teknolojilerinin güvenli olup olmadığı, aleniyet ilkesini ihlal edip etmediği tartışılırken NFT (Non-Fungible Token) girdi hayatımıza. Birçok ünlü ismin de dahil olduğu dijital sanat ürünleri insanların sanatsal emeğe bakışında adeta çığır açtı. Walter Benjamin’in ‘’Tekniğin Olanaklarıyla Yeniden Üretilebildiği Çağda Sanat Yapıtı’’ adlı çalışmasına adeta göz kırpan NFT’ler esasen dijital tasarım programlarıyla çeşitli formatlarda üretilebilen dijital çalışmalardır.

Tekniğin Olanaklarıyla Yeniden Üretilebildiği Çağda Sanat Yapıtı (Walter Benjamin) ve NFT(Non-Fungible Token)

Dijitalin kendisinin de bir uzam olarak tanıtıldığı bu çağda, gerekli araçları kullanarak üretilen her bir NFT bu haliyle kendi içkin tasarımını ortaya koymakta ve yeniden üretilmesi söz konusu olduğunda ise blok zincir teknolojisi etrafında örülü veya ortaya çıkarıldığı zaman kesin olarak bilindiği için kopyalanması, üretilmesi durumunda herhangi bir varlık değeri taşımamaktadır. Çünkü Benjamin’e göre sanat yapıtının ‘’şimdi ve buradalığı’’ başka deyişle bulunduğu yerde biricik olma vasfı, onun en ileri düzeydeki yeniden üretimi halinde bile eksik bir yan taşıyacaktır. NFT bazında değerlendirdiğinde Walter Benjamin’in bu görüşü, NFT’nin dijital yapısı sayesinde ‘’şimdi ve burada’’ anlamında kesin çizgiler taşımaktadır. Ancak Walter Benjamin ileri görüşlü bir filozoftu, ona göre; tarihin uzun dönemleri boyunca, insanların varoluş biçiminin bütünüyle birlikte, duyularıyla algılama biçimi de değişikliğe uğrar. Duyularla algılamanın kendini örgütlendirme biçimi, bu algılamayı gerçekleştiren ‘’araçlar’’- yalnızca doğal koşullarda değil, aynı zamanda tarihsel koşullara da bağlıdır. Sanatsal eserini görme konusunda meydana gelen bu değişiklik, sanat eserinin dijitalde bulunsa ve dahi varlık değerini tamamen değiştirse de, çağın kendi koşullarının gerektirdiği sanat anlayışlarıyla kurulu NFT üretim biçimi ‘’kült’’ değerini korumuştur. Benjamin’e göre, sanat yapıtlarının alımlanması değişik vurgularla yürüyücüdür. Bu vurgulardan biri sanat yapıtının kült değeri, diğeri sergileme değerine odaklanır. Sanatsal üretim, kült’ün hizmetindeki oluşumla başlar. Bu oluşumların asıl önemli yanı onların görülmesi değil, varlıkları olduğu söylenebilir. Sonuçta NFT’ler belirli ekranlar sayesinde görüldüğü için Benjamin buradaki vurguyu yapmakta geç kalmamıştır. NFT’ler birçok fortmatta olabilse de bu gün ağırlıklı olarak dijital sanat akımlardan etkilenen bir veçhe taşımaktadırlar. Burada yapılacak ayrım, Benjamin’in Tiyatro ve Sinema Sanatları arasında yaptığı ayrımdır: Sahne sanatçısının edimi, izleyiciye doğrudan sanatçının kendisi tarafından sunulur. Buna karşın sinema sanatçısının edimi izleyiciye doğrudan bir aygıt aracılığıyla aktarılır. Bu gün kendine ‘’Dijital Artist’’ diyen ve bu sıfatla NFT üreten birini Benjamin nasıl algılardı, sanırım bunun etraflıca tartışılması, felsefe tarihindeki bir boşluğu dolduracaktır. Ancak Benjamin’in kesin olduğu bir konu var ki sanat eserinin teknik vasıtasıyla çoğaltılabilmesi, kitlenin sanatla olan ilişkisini tümüyle değiştirmektedir. Walter Benjamin’in tek kaygısı, tekniğin yardımıyla birlikte ortaya çıkan sanat eserinin yersiz yurtsuzlaşması, dolayısıyla tek olma özelliğini yitirmesidir. Sanat eserinin asıl kaynağını ritüelde(ilk çağlarda büyü, sonrası dinsel vd.) arayan Benjamin, sanatın kaynağını yine ritüelin içinde arar. Buradan uzaklaşan sanat eseri, artık konumuna yabancılaşır ve başka bir şeye dönüşür. Çünkü Marksist bir bakış açısıyla ayrıca içinde bulunduğu Eleştirel Okul’un bakış açısıyla sanatın işlevini ”kullanım değerinde” arar. Mekanik üretim sayesinde çoğaltıldıktan sonra ortaya çıkan şey aslında yok olan sanatın ‘’kült’’ değeridir. Metafetişizm ekseninde kullanım değeri, değişim değerine tercih edilmesi gerekiyorsa, burada bir tahribatın olduğunu anlatmaya çalışır. NFT’nin blok zincir yapısı ile birlikte bu eserler, birbirinin yerlerine geçmeyeceği milyonlarca algoritma tarafından onaylanmaktadır. Çeşitli ağ birimlerinde depolanan bu eserler tek ve biriciktir ve bunun aksi söz konusu dijital mecrada uygulanamaz. Walter Benjamin’in dijital bir varlık olan NFT ile karşılaştığını düşünelim. ‘’İşte aradığım şey!’’ diye bağırmasını mı beklerdiniz yoksa ‘’kaldırın bunu buradan!’’ demesini mi? Bu sorunun cevabı, NFT varlıklarını daha iyi anlamamıza olanak sağlayacaktır.

Lidersiz Organizasyonların Önlenemez Yükselişi

Bütün bu teknolojik ivmelenmeler olurken, insanların bir kısmı bunun pek yakında bitecek olan bir furya olduğunu düşünmekte, diğer bir kısmı ise bütün bu gelişmeleri insanlığın mutlak geleceği olarak yorumlamaktaydı. İnternet özgürlüğünün yılmaz savunucusu rahmetli Dr. Özgür Uçkan, merkeziyet ve merkeziyetsizlik olgularına ilişkin fikrini, Ori Brafman ve Rod Beckstrom’un beraber kaleme aldığı ‘’Deniz Yıldızı ve Örümcek’’ adlı eserinden hareketle merkeziyetsiz organizasyonların başarılarının önlenemez olduğunu bizlere hatırlatmıştı. Kitabın asıl esin kaynağı örümcek ve deniz yıldızı canlılarının anatomilerinde yatıyor. Örümcek, kafası kesildiğinde ölür. Ancak deniz yıldızı hangi uzvu kesilirse kesilsin, yaşamaya devam ederken kesilen her parça yeni bir hayat formuna bürünür. İspanyol konkisdatorları, Amerikan yerlilerinin topraklarını istila ettiklerinde hiç ummadıkları bir şey ile karşılaştılar. Uyguladıkları şiddet karşısında, zaten dağınık halde bulunan yerlileri daha da dağınık hale getirip çoğalttılar. 2015 senesinde aramızdan ayrılan Dr. Uçkan o dönemlerde merkeziyetsiz yapıyı örneklendirmek için Anonymous ismindeki siber saldırı grubunu kullanıyordu. Bunun bu günkü adı DeFi’dir (Decentralized Finance).

Merkeziyetsiz Finans olarak çevirdiğimiz bu kavramın baş aktörleri; Bitcoin ve Etherum’dur. Karar verici hiçbir organizasyonun varlığından bu mecrada söz edilemese de burada bir parantez açmak gerekir. Uluslararası para kurumları (FED), devletler ve balina olarak tabir edilen ve elinde çok fazla dijital varlık tutan spekülatör kişileri hariç tutmak gerekir. Yine de DeFi tabanlı projeler lidersiz birer organizasyondurlar. Özellikle Çin gibi merkezi devletler bu gün, Bitcoin başta olmak üzere çeşitli blok zincir yazılımı ile donatılmış DeFi varlıklarını sarsmak ve yok etmek için uğraşsa da bu onların merkeziyetsiz yapısını daha da merkeziyetsiz hale getirerek çoğalmasına yarıyor. Çünkü açık sistemler çok hızlı mutasyon geçirip daha hızlı adapte olabiliyor. İşbu durum, yarattığı siber antagonizma ile yine kendi lehine olacak bir zıtlığı içinde barındırıyor. Ori Brafman ve Rod Beckstorm’un yazdığı ‘’Deniz Yıldızı ve Örümcek: Lidersiz Örgütlerin Durdurulamaz Gücü’’  adlı kitabı işte bu noktaya işaret ediyor: Lidersiz yapılar yok edilemezdir.

Biz bu kavramları tartışırken, bir başka büyük olgu olan Metaverse hayatlarımıza girdi ve tam anlamıyla tanımlanmayı bekliyor. Etimolojik anlamda Meta(ötesi) verse(evren) şeklinde tanımlanan olgu, kendisini içinde bulduğumuz evren(universe) ile kıyaslıyor gibi. Bilimsel olarak, sonuna dair herhangi bir açıklamanın yapılamadığı evrende, metaverse gibi bir kavramın sınırı ise günlük hayatta tükettiğimiz nesnelerin ve fikirlerin siber-uzama taşınabilmesi sınırını kapsıyor. Tüketim Kültürü kavramı nezdinde düşünülünce bu durum, içerisinde bir alegori, humor ve sayfalarca ironi barındırıyor.

Evrenin mi bir sınırı var yoksa insanlığın tüketim arzusunun mu? Sanal gerçeklik (VR) ve Artırılmış Gerçeklik (AR) teçhizatlarıyla erişimin sağlandığı Metaverse adlı bu siber-uzamda mekan kavramı yeniden tanımlanıyor. Sadece bir gözlük ile bedensel anlamda dahil olabileceğimiz bir evren düşünelim. Bu yeni evrende kripto varlıklar ile harcama yapıp, çeşitli uygulamalar aracılığıyla yine blokzincir tabanlı NFT’ler ile bu evrendeki kendimize ait varlık birimini süslediğimizi, yine fiili kamusal alanda, dünyada olduğu gibi kendimizi bu varlıklar ile tanımladığımızı düşünelim. Bu sahiplik yapısı ve yeniden tanımlamayla kurulan yeni siber-mekanda yapabileceklerimizin sınırı yok.  Tüketme iştahımızda olmayan sınırı andırıyor. İlk kez Neal Stephenson’un ‘’Snow Crash’’ adlı kitabında ileri sürülen Metaverse kavramı, birçok büyük yapıma konu oldu. Bilimkurgu olarak tasarlanan bu olgunun bu gün geldiği nokta heyecan verici olduğu kadar korkutucu da.

Facebook’un adını Meta olarak değiştirdiği kurucusu Zuckerberg tarafından uzun bir video ile açıklandı. 2015 yılından beri bir revizyon içerisinde bulunan Facebook bu hamlesi, içerisinde bulunduğu aleniyet krizinden kurtulma ve adını temize çıkarma girişimi olarak tanımlandı. 2016 ABD seçimlerinde yaşanan Cambridge Analytica Skandalı, kişileri Facebook beğenileri üzerinden tasnif edip, seçimde kullanacakları oyu istediği yöne çekebilmek adına yalan haberler çıkararak, çarpıtmalarla dolu gönderilerle belirli bir seçmen grubunun manipüle edildiği bir süreç olarak hatırlanmaktadır. Bu ve bunun gibi onlarca halkla ilişkiler krizi bulunan Facebook’un adını Meta olarak değiştirmesi, elbette bu elim olayları yeryüzünden silmeyecektir. En önemli konu ise, insanların duygularını ve akıllarını manipüle edecek bu verileri resmen onlardan çalarak, yine insanların aleyhine olacak şekilde kullanabilmek, doğrudan siber-panoptikon olarak okunmaktadır.

Siber Panoptikon: WEB 3.0

Panoptikon kavramı, ilk kez Jenemy Bentham tarafından 1875 yılında  ortaya çıkarıldı. İnsanların kulenin davranışlarından haberdar olmadığı, ancak tam ortada konumlanmış kulenin varlığıyla sürekli izlendiklerini bildiği veya sandığı, ancak kulenin hapishane ortamı içerisinde bulunan tüm insanları gözetleyebildiği bir ortam olarak tasarlanmıştır. Ortadaki kule sayesinde sürekli takip ediliyormuş hissine kapılan mahkumlar ise daha itaatkar, disiplinli ve uyumlu hale geliyorlar. Bu gün ise bizler dijital ayak izlerimiz sayesinde, QR kodları aracılığıyla ya da herhangi bir işleminin sonucuna ulaşmak için bile verdiğimiz kişisel bilgilerle sürekli izlendiğimiz bilsek de Adorno’nun ‘’Kültür Endüstrisi’’ kitabında söylediği üzere: Görüyor, duyuyor ancak boyun eğiyoruz.

(Panoptikon Ortamı)

Tarihsel anlamda iktidarın ele geçiriliş tarzı, söylemler ile yürüyücü olmuştur. Her söylem, kendi iktidarını kurarken, iktidar ise yarattığı korku ortamı ile her şeyin görünür kılınmasını, vülgarize olmasını talep etmektedir. Bunu yaparken yarattığı hapishanelerle suçluluğu önlemek yerine suçu çoğaltmakta, akıl hastaneleri ile psikolojik vakaları niceliksel sayılara indirgemekte ve deliliği meşrulaştırmaktadır. Deli, sözü dinlenmeyendir. Demokratik katılım hakkı olmayandır. Ancak özellikle ortaçağda deruni anlamlar ile hakikatin bildiricisi de deliler olmaktadır.  Bu gün de gözetleme teknolojileri sayesinde söylem ve onun iktidar yapısı, her türlü derinliği dışlayarak bizleri yüzeyde istemekte ve yine kendi yarattığı korku atmosferi içerisinde güvenlik duygusunu mahremiyet hakkımızla takas etmemizi istemektedir. Ancak aynı güvensizlik hissi de yine iktidarın kendisi tarafından yaratılmaktadır. Üç milyardan fazla kullanıcısı ile Facebook ya da Meta, ihaleler yoluyla yüz milyonlarca insanın her türlü kişisel bilgi ve verisini ihaleler yoluyla açık hale getirmekte ve büyük şirketlere satmaktadır. Bu veriler yine kapitalizmin lokomotifi olan reklam enstitüleri ve büyük üretim devlerine satılarak yine insanlar için sonsuz döngü içerisinde bir kapitalizm beslenmektedir. Bu gün bu döngü, çeşitli teknolojik aparatlar sayesinde doğrudan bedensel olarak katılabileceğimiz bir evren yaratmakta ve bizleri içerisinde istemektedir.

Verimli şekilde kullanıldığında belki de insanlık adına iyi bir yapı sunacak Metaverse, kar amacı güden bir şirketin öncülüğünde geliştirilmek istenmektedir. Sanal gerçeklik içerisinde bedenselleştirilmiş bir internet arzu eden Zuckerberg ve şirketi Meta, sanal gözlükler üreten Oculus isimli şirketi henüz 2014 yılında satın aldı.

O zamanda beri insanların sanal görüntüleme araçlarıyla etkileşim halinde bulunacakları dijital bir dünya olan Horizon adlı siber-evreni genişletiyor. Myanmar’daki kanlı olayların başlamasından, ABD Seçimlerindeki manipülasyona, Facebook üzerinden yapılan insan kaçakçılığını bildikleri halde önleme konusunda adım atmamaya, aşı karşıtlığına zemin hazırlamalarına kadar Facebook ya da Meta adlı ticari bir şirkete, inşa ettiğini söylediği gerçekliğe zamanımızı ve bedenimizi ve en önemlisi kişisel bilgilerimizi teslim etme konusunda şüpheler uyanmakta.

İnternetin Serüveni

Kimileri için internetin, benim için ise Dijital Aktivizm temelleri olarak görülen internet kavramının temelleri Arpanet ile atıldı. Dünyanın ilk web sitesi tam olarak aşağıda görüldüğü gibiydi. Bu gün 31 yaşında olan ve Tim Berners-Lee tarafından kurulan bu web sitesi, HTML ile ilgili bilgilere yer veriyor ve bir web sitesinin nasıl kurulacağını anlatıyordu. Aynı zamanda Web 1.0’ın başlatıcısıdır.

(Dünyanın İlk Web Sitesi)

Daha sonra1974’te Arpanet’in ticari versiyonu Telenet’in yaratılmasının ardından 1978’de Bullettin Board System (BBS), telefon aracılığıyla bağlantı kurulan, başka kullanıcılara mesaj bırakmanın ve oyun oynamanın mümkün olduğu bir yapı sunuyordu. Türkçe’ye İlan Tahtası Sistemleri olarak geçmesinin nedeni, belirtildiği gibi, kullanıcıların birbirine mesaj bırakabildikleri elektronik bir bülten tablosu olarak kullanılması sebebiyledir.

(Bullettin Board System)

1979’da ise Usenet’in temelleri atıldı. Bu teknoloji, bu gün hala var olan birçok internet forum sitesinin öncüsü konumundadır. Kullanıcıların bir haber veya makaleyi tartışmak için bir araya geldiği Usenet sistemi, internetin ilk kamusal alanı olarak tanımlanabilir.

Daha sonra sırasıyla 1982 yılında TCP/IP (Transmission Control Protocol/ Internet Protocol) ADB Savunma Bakanlığı’na bağlı ARPA tarafından, olası bir doğal afet durumunda internet sunucularının etkin şekilde çalışabilmesi için tasarlandı. 1983 yılında ARPANET NCT’den TCP/IP’ye geçti ve 1984 yılında Domain Name System (DNS) tanıtıldı.

1986 yılında ABD Ulusal Bilim Vakfı MSFNET’i geliştirdi. 1986 yılında çıkan haber grupları (newsgroup), 1991 yılında ise http-HTML’in çıkagelmesi ile bildiğimiz anlamda internetin doğuşu yaşandı.

Web 2.0 Teknolojilerinin gelişmesi ve bireyin internetin tüketicisi konumundan üreticisi konumuna geçmesiyle kültürün üreticisi olan birey aynı kültürü ”sanal marketlerde” tüketerek bir anlamda  küresel bir ağ kapitalizminin doğmasına ön ayak oldu. Açık, ağ temelli ve etkileşimli bir internet yapısı sunan Web 2.0 teknolojisi, etkileşimli ve anında geri bildirime dayanan bir yapı sunuyor.

Bu gün hala tüketicisi olduğumuz Çeşitli tanımlamalara göre 2010 yılından itibaren Web 3.0’a geçtik bile. Bunu da kullandığımız sosyal medya araçlarının kişiselleştirilmesi ekseninde açıklayanlar var. Hatta insanlar Web 4.0 ‘ı tanımlamaya çalışıyor. Beyhude bu çabayı, web süreçlerinin çok basite alınması ekseninde yorumlamakla birlikte içinde bulunduğumuz bu hız ile birlikte ‘’Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor!’’ yaklaşımıyla yorumlamanın hiçte abartılı olmadığını düşünüyorum.

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked *